Ana içeriğe atla

Ekim oniki.

Aşık olmamış insan neye yarar? Bu dünyada ne zahmet etmeye başını gövdesinin üzerinde taşır, kendine eziyet eder. Belki de aşık olmaktan yana nasibini, o kutlu zamanı bekliyordur, bilemem. Zaman nedir, bilmiyorum, ama kutlu zaman nedir, aşık olduğun andır. Aşık olunca zamanı yenersin, ancak öyle yenersin eğer Hızır değilsen. Aşk, insanı hızır eder, yazabilirim, yalan olmaz sanıyorum.

Re, mesela o adama aşıktı. Re o adama bakarken gözlerini gören herkes anlayabilirdi bunu. Günahı boynuma, pek tabii kıskanıyordum kimi zaman. Bana bir çocuğa bakıyor gibi bakıyordu, beni çocuk eyliyordu. "Kıyamam sana" dedi bir perşembe günü yeniden, o perşembe günü sonra ona şiir okuyacaktım birkaç gün önce yazdım. (Önceden de bana "kıyamam sana" demişti, ağustostu üstelik) "Sen bana, kıyamam sana, deyince bir tuhaf oluyorum" dedim. "Kırdım mı seni? Özür dilerim" dedi. "Yok" dedim "beni yanlış anladım. Sen öyle deyince kendimi bir çocuk gibi hissediyorum, mutlu oluyorum" dedim.

"Aşk köpekliktir" yazmıştı Ahmet Ümit, başkasını seven bir notanın beni bir çocuğa çevirmesine çaresizce seviniyordum. Ama, merhameti sahiciydi. (Evet, tabii ki bir dize yazmalı buraya: "Merhametin ta kendisiydi gözlerin") Bana karşı duygularını hiçbir zaman tam olarak bilemeyeceğim, ama o adama aşık olduğunu iyi biliyorum. Tuhaf bir şekilde, belki de çaresizce, memnunum bu durumdan. Yüreğinin aşkla tanıştığını biliyorum, o çocukla mutlu olacaklarını umuyorum. Her neyse. Daha da fazla yazmamalı.

Bir çiçek hiç aşık olmuş mudur? Bilmiyorum. Güzelliğiyle, çekiciliğiyle beni yazdırıyor. Ama, gözlerinin içinde bir çocuk gördüğümü de sanıyorum. Bilmiyorum. Yanılıyor da olabilirim. Ruhunu tanımak, onunla konuşmak isterdim. Aman, sanki ruhunu hemen masaya koyabilirmiş gibi. Yine de sorabileceğim birşeyler var. Aynaya baktığında ne görüyor, bunu sorardım. Belki, hiç düşünmemiştir bile. Düşünse de bana söylemez. Söylemek istese bile beceremez belki de, çünkü bir insan kendi ruhunu kolayca anlatamaz. Bilmiyorum. (Üçüncü defa.) Hiçbirşeyden emin değilim onunla ilgili. O güzel bir çiçek, çengelli bir soru işareti. Böylece güzel, daha fazla yaklaşmak istemem. (İstemem mi?)

*
(Önceki paragraftan birkaç saat sonra)

Kahve aklımı bulandırıyor. Yeniden yazmaya başlarken aklıma ilk gelen cümle bu oldu, kahve yudumluyorum çünkü. Kahve benim helal sarhoşluğum, ama ne yazık unutturmayı beceremiyor. Aklı bulandırıyor, bir de melankoli veriyor. Melankoli. Kara safra. Safra kesemi bebekken almışlar oysa.

Zor bir bebeklik geçirmişim. Çocukluğum güzeldi, diğer çocuklar komplekslerimle oynamadıkça. Ne yazık ki, çocuklar aynadır. Neysen onu gösterirler sana.

O perşembe günü "kıyamam sana" diyerek çocuk edince beni "sen zamanüstü bir insansın. Bütün samimiyetimle söylüyorum, ömrün güzel olsun, çok iyi şeyler yaşayacağına inanıyorum" demiştim bir çırpıda gözlerine bakarak.

Özledim yahu. Öyle alışmışım ki ona (bir dize daha yazmalı burada: "Sen bölünmez bir anne") yokluğunun boşluğunu yazmayı bile beceremiyorum. Neye benzetmeli onu, suya. Ama, aydınlık bir suya. Yokluğunda kara sular kaldı arkasında, baktıkça içim kararıyor. Suyu yitirdim ben, leylâ gidince
(canın öte yarısı) iyiliklerin ve güzelliklerin pek çoğunu yitirdim. Sudan çıkmış balık yazıyorum kendimi.

Birgün bu satırları okursan, ki inşallah okursun Re'ciğim, biricik notam sana hiç yalan söylemedim. Eksik söyledim. Bir adını sakladım, bir de iki kelimeyi söylemedim. Seni seviyorum.

(Sezai Karakoç'tan bir şiir daha, Köşe. Şiirin üçüncü bölümü şöyledir yokluğuna okuyorum kara suyu daha da bulandırarak.)

"3.
Sen geldin ve benim deli köşemde durdun
Bulutlar geldi ve üstünde durdu
Merhametin ta kendisiydi gözlerin
Merhamet saçlarını ıslatan sessiz bir yağmurdu
Bulutlar geldi altında durduk

Konuştun güneşi hatırlıyordum
Gariptin yepyeni bir sesin vardı
Bu ses öyle benim öyle yabancı
Bu ses saçlarımı ıslatan sessiz bir kardı

Dişlerin öpülen çocuk yüzleri
Güneşe açılan küçük aynalar
Sert içkiler keskin kokular dişlerin
İçinden geçilen küçük aynalar

Ve güldün rengârenk yağmurlar yağdı
İnsanı ağlatan yağmurlar yağdı
Yaralı bir ceylan gözleri kadar sıcak
Yaralı bir ceylan kalbi gibi içli bir sesin vardı

Sen geldin benim deli köşemde durdun
Bulutlar geldi üstünde durdu
Merhametin ta kendisiydi gözlerin"

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Bir cumartesinin umudu.

Canbaz, gül ile diken arasında âli cengiz bir cesaretle dolanıyordu. Gözlerinde başka bir yarının ümidi dolanıyordu. Dili dolanıyordu, aklı dolanıyordu. Şehirler, şehirlere dolanıyordu. Şehir şehir dolaşırken, şarabın ateşiyle hoş iki başın, baş başa bir fotoğrafı aklında dolanıyordu. Bir cumartesinin umudu dilinde dolanıyordu canbazın. Canbaza dikkatle bakanlar; onun gözlerinde çözülmeyi bekleyen bir yumak gördüler. (9 Temmuz 2024, 20:30, Taksim Gezi Parkı)

On beş.

Bu bloga yazmaya, dile kolay, on beş sene önce bugün başlamışım. Demek ki bu bloga yazarak büyümüşüm. Zaten, kendi güncelerim gibi, öncelikle kendim için yazdım buraya; bu yüzden de okunup okunmadığını umursamadan, zaman zaman büyük aralıklarla da olsa, daima yazdım. Yaşadığım hikâyeler, yazdıklarımdan tuhaf olduğundan; yazdıklarım yaşadıklarıma, yaşadıklarım yazdıklarıma karıştı. Okurlarım on beş yıl boyunca daima az oldu; ama en güzeli, buraya yazdıklarım, daima bu blogun okurları oldular.  Bu bloga yazarken büyüdüm. Pek çok şey umduğum gibi olmadı, pek çok şey öğrendim. Ne yazık ki, bazen kayıplardan öğrendim. Düşe düşe yazdım, düşe kalka yaşadım; düştüğüm yerden daima kalktım. Hayır, tek başıma kalkmadım. Hep, rahmetli babamın, sevgili ailemin, değerli dostlarımın destekleriyle kalktım. Hezârfen inadıyla, daima Üsküdar’a varmayı umdum. Hep tuhaf hikâyelere düştüm. Zaten Hezârfen’in hikâyesi de Çelebi’nin düşü değil miydi? Zamanın azizliği, on beş yıl böylece geçti.

Burada

“ eski bir şarkı belki bir şiir ” İzmir’in ayazında evvelki yazgılardan ismimi sildim seni tanıdım ama hatırlayamadım senlerin içinde seni ayıramadım İzmir’de ısıtmaz güneş yanımda azalırken bir çınarın gölgesi karşımda cumartesinin eksiği karagöz oyunlarının gölgesi çelebinin rüyası hezârfenin düşüşü hacıvatın kibirli sessizliği birinci yalnızlığımdan arda kalan yeni veliahtların masaya düşen gölgesi şairlerin eski ahitleri cümle hataların güncesi benim yarınım benim dünüm yanaklarım bileytaşı temel temelsiz direklararası böyle yıkılmaz (yalnız bu şarkı kırmızıdır çabuk çarpar şimdiden şehla bakıyor gözlerin) İzmir şehrim işim resim yazmaktır Sen miydin belkahveden bir yazıyla indiğim senin yüzünden seninle gözlerin sizli tafsilatını bilmiyorum tanrım bilir taksiratımı ve sakallarımı ben hatıralara inanmıyorum barikatlara ve dağlara da amentüsü inkar olan o kadın sen miydin belma sebil miydi eski birşey maalesef aklımda hergün hakikat şarkısının eksik notası (Dün bir gün seni de gördü...