Ana içeriğe atla

Ekim onüç.

Kusursuz ahlâkım yüzünden mi hiçbirşey demedim, diyemedim Re'ye? Hayır. Ahlâkımın kusuru ortada işte. O çocuğa olan saygımdan mı? Hayır, diyemem buna. Ama tek neden bu değil. Evet' o çocuğun bile haberi olmadan bir sözleşme yapmıştım onunla tek taraflı. Kurallarını hiç bozmadım.

Hiç bedel ödemedim bu aşk için, sonra şehirden kaçtım. Bedel ödememi gerektirecek birşey olmadı. En başından başkasını seviyordu, beni hiç sevmedi. Ama, hayatta çok bedel ödedim ben. Aldığım her nefesin bedelini ödedim. Hastane odalarını iyi bilirim. Onun için Re'yi bir hastanede yatakta görünce sessizce titredim zaten. Hastanelerde eğlenmesini öğrendim.

Son defasında kulak ameliyatım öncesinde, bir ay öncesinde tahliller için hastanedeydim, geceleri evci çıkıyordum. Hastanenin kitapçısından bir Ahmet Ümit kitabı aldım. İlk okarak hangisiydi, sanırım ilk romanıydı. Önceden sadece Aşk Köpekliktir'i okumuştum, oysa Latince bir elif hayranıydı yazarın. Kıskandığımdan okumamıştım belki de. Bir de kitap fuarında imza gününe gidecektik Ahmet Ümit'in, son akşam bir mazeret belirtip gelmemişti. Gelseydi birşeyler farklı olacaktı. Herhalde onun için gelmedi zaten. Beni sevmeye korkuyordu, ya da düpedüz sevmiyordu. Bilmiyorum. Neyse. Bir günde o kitabı bitirdim, kısa zamanda külliyatını. Ocak ikibinonbir'de kritik bir ameliyat sonrasında günlerce hastanede yatmıştım. Hiçbir arkadaşım gelmemişti. Yoktu herhalde.

Yazdığım şeyin bir bütünlüğü yok. Nereden geldim buraya? Bir nefes problemim başladı, sanırım oradan geldim. Bilincimden yani. İnsan korkuyor. Bu kadar bedel ödedik, biraz daha nefes alalım istiyor.

Alacağım da inşallah.

*

Bugün arefenin arefesi. Geçen kurban bayramının arefesinin arefesi geldi akşıma ister istemez. Re'nin kedilerden korktuğunu öğrenmiştim. Yüzünde hızırla tanışmıştım.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Bir cumartesinin umudu.

Canbaz, gül ile diken arasında âli cengiz bir cesaretle dolanıyordu. Gözlerinde başka bir yarının ümidi dolanıyordu. Dili dolanıyordu, aklı dolanıyordu. Şehirler, şehirlere dolanıyordu. Şehir şehir dolaşırken, şarabın ateşiyle hoş iki başın, baş başa bir fotoğrafı aklında dolanıyordu. Bir cumartesinin umudu dilinde dolanıyordu canbazın. Canbaza dikkatle bakanlar; onun gözlerinde çözülmeyi bekleyen bir yumak gördüler. (9 Temmuz 2024, 20:30, Taksim Gezi Parkı)

10 Mayıs 2024

Bugün, Ramada Kemalpaşa Otelinde, İzmir Büyükşehir Belediyesi başkanı sayın Dr. Cemil Tugay ve Kemalpaşa  Belediyesi başkanı sayın Mehmet Türkmen beyefendiler ile Kemalpaşa sanayisi ve yapılabilecekler üzerine bir toplantıdaydık. Cemil başkan konuşurken, bir anda iki yıl önce o anlarda babamı son defa gördüğümü hatırladım. Sonra, 11 Mayıs 2022 günü saat 02:59'da çaldı telefonum; babam hasta değildi artık, ben de çocuk değildim. Hemen ertesi günü, işyerine uğramak zorunda kaldım. Babamın kredi kartı ödemesi vardı; o olmasa da, kart ödemesi vardı ve ödemek için de buraya gelmeliydim. Buraya yazıyorum, çünkü bu satırları da yine işyerindeki odamda yazıyorum. Kapıdan ilk içeri girdiğimde, her şey çok büyük gözüktü bir anda gözüme. Sanki yeniden altı yaşımda fabrikaya gelmişim gibi, küçülmüştüm. O yalnızlığı öylece duydum, o anda anladım. Yine de "büyümem" lazımdı, hem de bir gün öncesinden, 10 mayıs 2022'den çok daha fazla büyümem lazımdı; çünkü artık "Yılmaz beyin o...

On beş.

Bu bloga yazmaya, dile kolay, on beş sene önce bugün başlamışım. Demek ki bu bloga yazarak büyümüşüm. Zaten, kendi güncelerim gibi, öncelikle kendim için yazdım buraya; bu yüzden de okunup okunmadığını umursamadan, zaman zaman büyük aralıklarla da olsa, daima yazdım. Yaşadığım hikâyeler, yazdıklarımdan tuhaf olduğundan; yazdıklarım yaşadıklarıma, yaşadıklarım yazdıklarıma karıştı. Okurlarım on beş yıl boyunca daima az oldu; ama en güzeli, buraya yazdıklarım, daima bu blogun okurları oldular.  Bu bloga yazarken büyüdüm. Pek çok şey umduğum gibi olmadı, pek çok şey öğrendim. Ne yazık ki, bazen kayıplardan öğrendim. Düşe düşe yazdım, düşe kalka yaşadım; düştüğüm yerden daima kalktım. Hayır, tek başıma kalkmadım. Hep, rahmetli babamın, sevgili ailemin, değerli dostlarımın destekleriyle kalktım. Hezârfen inadıyla, daima Üsküdar’a varmayı umdum. Hep tuhaf hikâyelere düştüm. Zaten Hezârfen’in hikâyesi de Çelebi’nin düşü değil miydi? Zamanın azizliği, on beş yıl böylece geçti.