Ana içeriğe atla

Ekim üç.

Bir savcının odasının kapısındayım. Bir odanın kapısında olmayı bilirim ben sayın savcım, açmasını da açmamasını da bilirim, evet. Kapılar çarpılmaktan yoruldu, yazmıştım yedi sene dolmuş sekiz sene olacak seneler çabuk geçiyor. (Zaten zaman nedir?) Bilmiyorum. Pekâlâ şikayetçi değilim dosyanın kapatılmasını arz ederim.

Sonra ilk ustamı görüyorum yaşlanmayı unutmuş bir adam yahut öyle sanıyorum. Elini öpüyorum. Zaman nedir, diye sormuyorum. Elimde büyüdün, diyor, kendime bakıyorum. Havanın bulutsuzluğunda bir mavi yansıyor yere bir su geçiyor içimden, içimdeki suya bakıyorum, büyümüşüm evet, sabah kahvaltıları ilk eziyet. 

Önce sabah oluyor. Özsuyu yükseliyor midemin her sabah, her sabahı söylercesine şaşmaz bozulmaz bir saat olarak. Zaman nedir, cevabını vermeden yakıyor içimi.

Ben kendimi biliyorum, yeniden çocuk olacağım bir yanılgıyı büyütüp yanımda taşıyacağım, bir yanılgıyı oyarak heykel yapacağım. Âh aziz Roma seni yeniden kuracağım. Kurtaracağım esaretinden içimde yanan suyun, midemin içindeki gayya kuyusundan tırmanarak çıkacağım bir dağa yeniden. Ben kendimi biliyorum savcım, kapılar yorulmaz çarpılmaktan bilmezler kapı olduklarını. Biliyor olsalardı kendilerini unuturlardı sanıyorum. Bilmiyorum. Yanılmayı pek seviyorum.

Yalan söylüyorum. Gözlerinde bir zehir olan vişne renkli ceketli kız gördüm önce, sonra zahir oldu. Görmüştüm tanımıştım sevmiştim gözünde olanı, öyle ki öpebilirim gözlerini. Uyuyana kadar öpebilirim zaten korkunç uykular uyuyorum ne zamandır. Zaman nedir? Uykumu kaçırıyor bu soru, uyuduğum uykuyu zehir eden de birşey var, ne olduğunu bilmiyorum.

Bir kadın daha ince krem ceketi, gözlerine bakıyorum deviriyor hayır diyor ama neye hayır, bilmiyorum. Soramıyorum. Söylemedi öyle birşey, soramam. Neden. Nedenini biliyorsun. Böyle demiyor bana diyemiyor. İçinde kalıyor mu, bilemem. Gözleri siyah hem akşam geliyor batan güneş gözüme vuruyor gözümü alıyor.

Hava soğuk hava bulutsuz gözlerime sis iniyor yaklaşan kış akşamlarını karşılamak için, benim gözlerime yakışan bir sis iniyor. Ekim diyorum, günler geçiyor. Geçiyor sayın savcım, kapınız ne güzel.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Bir cumartesinin umudu.

Canbaz, gül ile diken arasında âli cengiz bir cesaretle dolanıyordu. Gözlerinde başka bir yarının ümidi dolanıyordu. Dili dolanıyordu, aklı dolanıyordu. Şehirler, şehirlere dolanıyordu. Şehir şehir dolaşırken, şarabın ateşiyle hoş iki başın, baş başa bir fotoğrafı aklında dolanıyordu. Bir cumartesinin umudu dilinde dolanıyordu canbazın. Canbaza dikkatle bakanlar; onun gözlerinde çözülmeyi bekleyen bir yumak gördüler. (9 Temmuz 2024, 20:30, Taksim Gezi Parkı)

On beş.

Bu bloga yazmaya, dile kolay, on beş sene önce bugün başlamışım. Demek ki bu bloga yazarak büyümüşüm. Zaten, kendi güncelerim gibi, öncelikle kendim için yazdım buraya; bu yüzden de okunup okunmadığını umursamadan, zaman zaman büyük aralıklarla da olsa, daima yazdım. Yaşadığım hikâyeler, yazdıklarımdan tuhaf olduğundan; yazdıklarım yaşadıklarıma, yaşadıklarım yazdıklarıma karıştı. Okurlarım on beş yıl boyunca daima az oldu; ama en güzeli, buraya yazdıklarım, daima bu blogun okurları oldular.  Bu bloga yazarken büyüdüm. Pek çok şey umduğum gibi olmadı, pek çok şey öğrendim. Ne yazık ki, bazen kayıplardan öğrendim. Düşe düşe yazdım, düşe kalka yaşadım; düştüğüm yerden daima kalktım. Hayır, tek başıma kalkmadım. Hep, rahmetli babamın, sevgili ailemin, değerli dostlarımın destekleriyle kalktım. Hezârfen inadıyla, daima Üsküdar’a varmayı umdum. Hep tuhaf hikâyelere düştüm. Zaten Hezârfen’in hikâyesi de Çelebi’nin düşü değil miydi? Zamanın azizliği, on beş yıl böylece geçti.

Burada

“ eski bir şarkı belki bir şiir ” İzmir’in ayazında evvelki yazgılardan ismimi sildim seni tanıdım ama hatırlayamadım senlerin içinde seni ayıramadım İzmir’de ısıtmaz güneş yanımda azalırken bir çınarın gölgesi karşımda cumartesinin eksiği karagöz oyunlarının gölgesi çelebinin rüyası hezârfenin düşüşü hacıvatın kibirli sessizliği birinci yalnızlığımdan arda kalan yeni veliahtların masaya düşen gölgesi şairlerin eski ahitleri cümle hataların güncesi benim yarınım benim dünüm yanaklarım bileytaşı temel temelsiz direklararası böyle yıkılmaz (yalnız bu şarkı kırmızıdır çabuk çarpar şimdiden şehla bakıyor gözlerin) İzmir şehrim işim resim yazmaktır Sen miydin belkahveden bir yazıyla indiğim senin yüzünden seninle gözlerin sizli tafsilatını bilmiyorum tanrım bilir taksiratımı ve sakallarımı ben hatıralara inanmıyorum barikatlara ve dağlara da amentüsü inkar olan o kadın sen miydin belma sebil miydi eski birşey maalesef aklımda hergün hakikat şarkısının eksik notası (Dün bir gün seni de gördü...