Biz lunaparka yukarıdan bakan çocuklardık, iyi çocuklardık hepimiz üçümüz, en kötüleri bendim. Biz değildik belki, bilmiyorum, her birimiz onca farklıydık, bir daha da görüşmedik, ama en kötüleri bendim. Öyle değil, diyemezsiniz, bilmiyorsunuz. Bildiğimi sanırken ben de yanılıyorum belki, çünkü çocuklardık, sevmeyi öğreniyorduk. Yazmayı. Yazmayı da. Ellerimizde turuncular morlar vardı, kırmızı da vardı yine de yazmıyorum. Koyu kırmızı vardı, yine de unutmuşum. Morları hatırlıyorum, turuncuları da. Kediler. Bir de kapılar. Dansetmedim, çünkü lunaparka yukarıdan bakıyorduk, hepimiz neredeysek orası bir park, nereye bakıyorsak orada bir tahterevalli vardı. Duruyorduk üstelik, öylece bakıyorduk, bir salıncak da hızla sallanır gibi. Sevilmemeyi öğreniyordum, sevmediği bir çocuğun yazdıklarını okumayı öğreniyordu, gülmeyi öğreniyorduk. Böylece tuhaf, yine de gülüyorduk. Ağlamayı bilmiyordum, onun için en kötüleri bendim.
Canbaz, gül ile diken arasında âli cengiz bir cesaretle dolanıyordu. Gözlerinde başka bir yarının ümidi dolanıyordu. Dili dolanıyordu, aklı dolanıyordu. Şehirler, şehirlere dolanıyordu. Şehir şehir dolaşırken, şarabın ateşiyle hoş iki başın, baş başa bir fotoğrafı aklında dolanıyordu. Bir cumartesinin umudu dilinde dolanıyordu canbazın. Canbaza dikkatle bakanlar; onun gözlerinde çözülmeyi bekleyen bir yumak gördüler. (9 Temmuz 2024, 20:30, Taksim Gezi Parkı)
Yorumlar
Yorum Gönder