Ana içeriğe atla

Aralık onüç.

"Ben sana ikibinonun aralığının onaltısında baktım, seni ilk görüşüm değildi, ama benden başka hiç kimsenin de seni göremeyeceği gibi gördüm, sana baktım bir nota gördüm, seni gördüm bir nota duydum, sana o anda Re dedim."

Böyle diyemezdim ona, desem de anlamazdı. Anlasa da. Dün burada kalmıştım, anlasa ne olurdu? Ne yazık cevabı biliyorum, mor bir kitapla öğrendim cevabı. Oysa bir saat öncesinde avucunu iki elimin içine alıp gözlerine baktığımda veda etmiştim ona. Gözlerinin içine bakarken, iyi dileklerimi sıralıyordum son defa. Mektuptan bile vazgeçmiştim, sadece bütün o iki buçuk yıl yaşadıklarım kadar naif bir hatıra bırakmıştım.

"Nedenini biliyorsun." Evet, biliyorum. İyi de bu bir neden bile değil. Bir kitabın elini yakmasının nedeni olamaz o çocuk. Olmamalı.

Oldu. Tuhaf bir veda oldu. Lâ teşbih, alelacele yazılmış bir son gibiydi, özensiz, anlamsız. Ama, zamanüstü bir notayı sevsem de, iki buçuk yılda birçok defa aklıma gelmeyecek gerçeküstü olaylar yaşasam da, sonu oldukça gerçekti.

Son olarak yine bir alıntı yapacağım, geçmiş zamandan. O mor kitabı ona almadan çok önce yazmıştım bunu. Birgün, Sabahattin Ali'nin Kürk Mantolu Madonna'sının özel yetmişinci yıl baskısını bir hatıra olarak reddedeciğini bilmeden, "Tamirci Çırağı'na Reddiye!" diye yazmıştım.

11.8.11

"(...) Ama, romanları unutmayacağım, usta. Kürk Mantolu Maddona'yı sevmek kadar, bir tabloya aşık olmak çocukluğunda yaşayacağım. Umar ha umarım ama, umarsız da olsam, sevmekten başka birşeyimiz yok. Ne olmuş, nasıl olmuşsa aşık olmuştu Maria Puder, yine böyle bir durumda Raif efendiye, usta. (...)"

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Bir cumartesinin umudu.

Canbaz, gül ile diken arasında âli cengiz bir cesaretle dolanıyordu. Gözlerinde başka bir yarının ümidi dolanıyordu. Dili dolanıyordu, aklı dolanıyordu. Şehirler, şehirlere dolanıyordu. Şehir şehir dolaşırken, şarabın ateşiyle hoş iki başın, baş başa bir fotoğrafı aklında dolanıyordu. Bir cumartesinin umudu dilinde dolanıyordu canbazın. Canbaza dikkatle bakanlar; onun gözlerinde çözülmeyi bekleyen bir yumak gördüler. (9 Temmuz 2024, 20:30, Taksim Gezi Parkı)

10 Mayıs 2024

Bugün, Ramada Kemalpaşa Otelinde, İzmir Büyükşehir Belediyesi başkanı sayın Dr. Cemil Tugay ve Kemalpaşa  Belediyesi başkanı sayın Mehmet Türkmen beyefendiler ile Kemalpaşa sanayisi ve yapılabilecekler üzerine bir toplantıdaydık. Cemil başkan konuşurken, bir anda iki yıl önce o anlarda babamı son defa gördüğümü hatırladım. Sonra, 11 Mayıs 2022 günü saat 02:59'da çaldı telefonum; babam hasta değildi artık, ben de çocuk değildim. Hemen ertesi günü, işyerine uğramak zorunda kaldım. Babamın kredi kartı ödemesi vardı; o olmasa da, kart ödemesi vardı ve ödemek için de buraya gelmeliydim. Buraya yazıyorum, çünkü bu satırları da yine işyerindeki odamda yazıyorum. Kapıdan ilk içeri girdiğimde, her şey çok büyük gözüktü bir anda gözüme. Sanki yeniden altı yaşımda fabrikaya gelmişim gibi, küçülmüştüm. O yalnızlığı öylece duydum, o anda anladım. Yine de "büyümem" lazımdı, hem de bir gün öncesinden, 10 mayıs 2022'den çok daha fazla büyümem lazımdı; çünkü artık "Yılmaz beyin o...

On beş.

Bu bloga yazmaya, dile kolay, on beş sene önce bugün başlamışım. Demek ki bu bloga yazarak büyümüşüm. Zaten, kendi güncelerim gibi, öncelikle kendim için yazdım buraya; bu yüzden de okunup okunmadığını umursamadan, zaman zaman büyük aralıklarla da olsa, daima yazdım. Yaşadığım hikâyeler, yazdıklarımdan tuhaf olduğundan; yazdıklarım yaşadıklarıma, yaşadıklarım yazdıklarıma karıştı. Okurlarım on beş yıl boyunca daima az oldu; ama en güzeli, buraya yazdıklarım, daima bu blogun okurları oldular.  Bu bloga yazarken büyüdüm. Pek çok şey umduğum gibi olmadı, pek çok şey öğrendim. Ne yazık ki, bazen kayıplardan öğrendim. Düşe düşe yazdım, düşe kalka yaşadım; düştüğüm yerden daima kalktım. Hayır, tek başıma kalkmadım. Hep, rahmetli babamın, sevgili ailemin, değerli dostlarımın destekleriyle kalktım. Hezârfen inadıyla, daima Üsküdar’a varmayı umdum. Hep tuhaf hikâyelere düştüm. Zaten Hezârfen’in hikâyesi de Çelebi’nin düşü değil miydi? Zamanın azizliği, on beş yıl böylece geçti.