Ana içeriğe atla

Bulanık.

Zamanın tuhaf bir aklı var. Bunu herkes yazabilir, herkes bunu yazabilir, peki ben neden yazıyorum? Herkesten bir farkım yok, kimseden bir farkım, kendimle de aynı değilim, bundan dolayı. Kendimle aynı değilim, anlarla beraber değişiyorum. Sadece ben mi, benimle beraber dünler, anılar da değişiyor. Herşeyi yeniden okuyorum her an ve korkarak yarınları bekliyorum.

İyi bir pasaj oldu yukarıda yazdığım sanırım. Duble espresso sağolsun, benim beynimi biraz çözüyor. Buzlukta tutuyormuşum nice zamandır. Tutarken iyiydi, şimdi olmayanların yokluğunu gördüm, çareyi dünlerde aradım, ama bıraktığım gibi değildi. Beni sevmeyen, hiç sevmeyen, beni tanımayan, biraz olsun tanımayan bir kimse var orada. Adımı unutmuş olmasını umuyorum. 

Zaten, zamanın bir aklı yoktur, zamanın bir sahibi vardır, ben de onun içindeyim. Yani zaman benim içimde, öyle sanıyorum. İç içe geçmişiz, sonra dağılmışız. Şimdi hem Sahibimi, hem de zamanım anlamını arıyorum, oysa ben O'nun içindeyim, zaman benim içimde.

Bu yüzden her dünü defalarca okuyorum. Okusam yine iyi, bir de aynı dünü defalarca yazıyorum. Biraz da yarını yazmalıyım, ama korkuyorum.

Bunca yılı boşa harcadım sanıyorum, elimde hiçbirşey yok, yaşanmış birşey yok, yazılmış birşey yok, vakti öldürdüm ben sadece, elimde onun kırmızısı var. Pişman mıyım?

Ben hiç pişman olmadım, diyenleri hiç anlamıyorum. Ben çok pişman oldum. Oluyorum da. Vakti öldüren biri, nasıl pişman olmaz. Cinayet, geceleri bulandırıyor. İçimi titretiyor.

Bulandırıyor. Bir karışık iklimdeyim, mevsimler bulandı birbirine.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Açık uçlu hikâye.

Evvela ithaf. -beni yeniden yazmaya çağıran M'ye hikâyeden önceki yazımdır. Ve yazgısını kendi çağıran yazıya giriş. Yazmayı unuttuğum bir hikâyeyi okudum bugün, neden ve nasıl bilmiyorum, çünkü yazmayı da unutmuştum. Ellerim olduğunu dahi unutmuştum. Ellerim olmadan kördüm ben. Kararsız kararlığa körlemesine girdim, kararsızdı muhakkak, çünkü yazılmamış bir hikâye yazılmayı beklemez.  Kahvenin karanlığını akla çağıran gelişme. Hayat bu yüzden tuhaf, beklenmeyen yerde başlarız yazmaya, bir daha yazmayacağına dair bir yanılgı içine hâkim olduğunda. Hikâye gözlerine bakar ve yaz beni der, yazar iradesizdir, irade sahibi olan öyküdür okuyan bilmez. Hikâye yazdırır kendini. İlham dersin yahut rüzgâr, kendine çağırır hikâye. Alelacele gidersin, hayat bu yüzden tuhaf. Yazamayacağın sanrısını ve onca işi bırakır, hikâyenin gözlerinde bir kelimede bin kelime çağırır aklın.  Yazar çaresizdir, hikâyenin esiridir. Geç kaldığını düşünse de, başlar yazmaya. Sonunu b

Bir yenilgi hikâyesi.

" Kaybedince daha çok seveceksin. " Bu babalar gününde, babamı yitirdikten sonra ilk babalar günümde; sosyal medyada babamın bir fotoğrafıyla bereber, şu satırlarla başlayan kısacık bir yazı paylaşmıştım: " Bir kimsenin değerini, aslında ancak yokluğunda anlayabiliyoruz, demişti bir misafirim geçen gün. Öyleymiş. 11 mayıstan beri her gün, saat 02:59’dan itibaren her dakika, hemşire “gelin” diye çağırdığından beri her an bunu santim santim, milim milim anladım ve yine de bunu bir yerde idrak edemiyorum herhalde. " 12 ağustos akşamı, uzunca bir aranın ardından yine tribündeydim. Aranın nedeni de babamdı zaten, onun grip bile olmaması lazımdı, biz de elimizden geldiğince dikkat etmiştik. Pek tabii, keşke babam burada olsaydı da tribünlere hiç dönemeseydim. Elden ne gelir, takdiri ilahi gerçekleşmişti işte. Babam vefat etmişti ve ben tribündeydim. Altay hikâyemin tam içinde değildi babam, ben babadan oğula taraftar değilim, babam benim çocukluğumda futbolla tamamen ilgi

Ötekinin Hikâyesi

Quid rides?  Mutato nomine, de te fabula narratur. Quintus Horatius Flaccus “Güya buraya bir daha asla gelmeyecektim.” Beyoğlu’nda, İstiklal Caddesinde, bir Amerikan kahvecisinin tuvaletinin kapısında görmüştüm bu cümleyi. Hiç unutamadım. Çünkü o zamanlar bir hikâye üzerinde düşünüyordum, nereden başlamalıyım, nasıl yazmalıyım diye kendime soruyordum. Yıllarca çabaladım, aslında yıllarca kaçtım yazmaktan. Çünkü kalemi elime her aldığımda, kendimi bir daha gelemeyeceğim kadar güzel zamanlarda buluyordum ve bu yüzden de hatırlamamak için “bir daha gelmeyeceğim” deyip yazmaktan kaçıyordum. Boşuna kaçıyordum aslında, bir daha gelmeyecek olsa da yaşanmış olması bile hayatımın geri kalanını değiştiren, güzelleştiren bir hikâye yaşadım. Bir hikâyenin ilk cümlesi önemlidir. Okuru okumaya ikna etmeye ilk cümlede başlamalıdır yazar. İlk cümle, çarpıcı olmalı, etkileyici olmalı; akılda kalmalıdır. Bu hikâyenin başı benim için çarpıcıydı, tam anlamıyla, olması gerektiği gibi.