Ana içeriğe atla

Yirmi Haziran 1933

Sabahattin Ali'nin, Kürk Mantolu Maddona'sında Raif efendinin defteri, bundan seksen üç yıl önce bugün, 20 haziran 1933'te şu cümleyle başlar.

"Dün başımdan garip bir hadise geçti ve bana on sene evvelki başka bir takım hadiseleri yeniden yaşattı."

*

Onu mu gördün, dedi. Evet, dedim. Gördüm ve üstelik duydum. Biricik notamın sesini duydum. Yüz yıllık birşeyler, dedim, izafiyet dedi, zafiyet dedim. Üzerinize afiyet, haziranı hazan eylediler, gözlerine değemeyince güzeli güz eylediler. 

Ondördü gibi parlıyor şimdi yalnızlığım geceye. Geriye daima güz kalıyor. Yenilgilerimin birbiri üzerine ve defalarca beni kesmesi üzerine hikâyeden görünmez bir kırmızı geçiyor.

Görüyorum, çünkü Re'yi gördüm. Benden başka kimse görmeyecek Re'yi, yüz yıldır yanında olan, yüz yıllar boyunca daha yanında olsa ve yüzüne baksa da göremeyecek. Görelilik ise, bana göre budur.

Bir tabloda ve yahut on altı aralıkta gördüğüne çarpılmak ve her gördüğünde yüreğinin gürültüsünü duyabilmek, uzun hikâyedir. Kapandı sandığım bir sandığın kapaksız olduğunu anladım. Üçüncü şahsın hikâyesini, sonsuza dek yarım kalacak bu uzun hikâyeyi ben yaşadım.

16 mayıs 2013'te bir terzi olarak ben, bir mektuba şu cümleyle başlamışım. 

"Bu mektubu sana yazmayı uzun zamandır hasretle bekliyordum, eğer bu mektubu okuyorsan, yani tamamlamış ve sana vermeye cesaret edebilmişsem, sadece bundan dolayı bile bâhtiyarım."

Vermedim. Onun yerine bir kitap verdim.

*

"Unutup gittiğimi zannettiğim bu hatıraların, bundan sonra beni hiç bırakmayacaklarını biliyorum..."

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Açık uçlu hikâye.

Evvela ithaf. -beni yeniden yazmaya çağıran M'ye hikâyeden önceki yazımdır. Ve yazgısını kendi çağıran yazıya giriş. Yazmayı unuttuğum bir hikâyeyi okudum bugün, neden ve nasıl bilmiyorum, çünkü yazmayı da unutmuştum. Ellerim olduğunu dahi unutmuştum. Ellerim olmadan kördüm ben. Kararsız kararlığa körlemesine girdim, kararsızdı muhakkak, çünkü yazılmamış bir hikâye yazılmayı beklemez.  Kahvenin karanlığını akla çağıran gelişme. Hayat bu yüzden tuhaf, beklenmeyen yerde başlarız yazmaya, bir daha yazmayacağına dair bir yanılgı içine hâkim olduğunda. Hikâye gözlerine bakar ve yaz beni der, yazar iradesizdir, irade sahibi olan öyküdür okuyan bilmez. Hikâye yazdırır kendini. İlham dersin yahut rüzgâr, kendine çağırır hikâye. Alelacele gidersin, hayat bu yüzden tuhaf. Yazamayacağın sanrısını ve onca işi bırakır, hikâyenin gözlerinde bir kelimede bin kelime çağırır aklın.  Yazar çaresizdir, hikâyenin esiridir. Geç kaldığını düşünse de, başlar yazmaya. Sonunu b

Bir yenilgi hikâyesi.

" Kaybedince daha çok seveceksin. " Bu babalar gününde, babamı yitirdikten sonra ilk babalar günümde; sosyal medyada babamın bir fotoğrafıyla bereber, şu satırlarla başlayan kısacık bir yazı paylaşmıştım: " Bir kimsenin değerini, aslında ancak yokluğunda anlayabiliyoruz, demişti bir misafirim geçen gün. Öyleymiş. 11 mayıstan beri her gün, saat 02:59’dan itibaren her dakika, hemşire “gelin” diye çağırdığından beri her an bunu santim santim, milim milim anladım ve yine de bunu bir yerde idrak edemiyorum herhalde. " 12 ağustos akşamı, uzunca bir aranın ardından yine tribündeydim. Aranın nedeni de babamdı zaten, onun grip bile olmaması lazımdı, biz de elimizden geldiğince dikkat etmiştik. Pek tabii, keşke babam burada olsaydı da tribünlere hiç dönemeseydim. Elden ne gelir, takdiri ilahi gerçekleşmişti işte. Babam vefat etmişti ve ben tribündeydim. Altay hikâyemin tam içinde değildi babam, ben babadan oğula taraftar değilim, babam benim çocukluğumda futbolla tamamen ilgi

Ötekinin Hikâyesi

Quid rides?  Mutato nomine, de te fabula narratur. Quintus Horatius Flaccus “Güya buraya bir daha asla gelmeyecektim.” Beyoğlu’nda, İstiklal Caddesinde, bir Amerikan kahvecisinin tuvaletinin kapısında görmüştüm bu cümleyi. Hiç unutamadım. Çünkü o zamanlar bir hikâye üzerinde düşünüyordum, nereden başlamalıyım, nasıl yazmalıyım diye kendime soruyordum. Yıllarca çabaladım, aslında yıllarca kaçtım yazmaktan. Çünkü kalemi elime her aldığımda, kendimi bir daha gelemeyeceğim kadar güzel zamanlarda buluyordum ve bu yüzden de hatırlamamak için “bir daha gelmeyeceğim” deyip yazmaktan kaçıyordum. Boşuna kaçıyordum aslında, bir daha gelmeyecek olsa da yaşanmış olması bile hayatımın geri kalanını değiştiren, güzelleştiren bir hikâye yaşadım. Bir hikâyenin ilk cümlesi önemlidir. Okuru okumaya ikna etmeye ilk cümlede başlamalıdır yazar. İlk cümle, çarpıcı olmalı, etkileyici olmalı; akılda kalmalıdır. Bu hikâyenin başı benim için çarpıcıydı, tam anlamıyla, olması gerektiği gibi.