Ana içeriğe atla

Akşamlı bir hikâye.

Seni özledim. Nasıl, neden? Özlemek nedir? Yoksunluğunu neden duyuyorum, yokluk nasıl duyulur, bilmiyorum. Akşam çöktü , bildiğim bu. Akşamhüznünü bir kahveyle yudumluyorum. Kahvenin karanlığını akla getiren çağrını hatırlıyorum.  Sana bir cumartesi günü ses verdiğim o kahvecideyim. Kahvenin karanlığında yokluğunu okuyorum. Yeniden yazmıştım sayende. Bir otobüste, bir elimle demire tutunup bir elimle "Açık Uçlu Hikâye"yi yazmıştım sana. Yüzlerce kelime dönüyordu aklımda bir anda, hiç düşünmeden durmadan yazdım, iyi ki öyle yaptım. Sonra bilinmeyenin içinde bilinen bir sesti adın, hiç saklamadım. Son defa yazana kadar, hep adını yazdım. "Beni yazmaya çağıran M."


Hem şiirli, hem sade, hem saklı, hem apaçık. Yazdığım kişi yazdıklarımı okuyordu, adını biliyordu. 


Sonra adım gibi bildiğim iklim geldi. Karaköy'de bir otel odasında, sana belki çok yakında, bir başıma migren atağıyla geberiyordum. Oysa o dizelerin altını çizmemiştim, "ben bir şehre geldiğim vakit/ o başka bir şehre gitmese" demiştim, herhalde gitmemiştin de, ama Pia'yı yitirmek, her ismiyle yitirmek, adım gibi bildiğim, adımdan da iyi bildiğim şeydi.


Oraya seni yitirmeye değil de, seni görmeye gelseydim, bugün bu satırların yerine ne yazacaktım bilmiyorum, o bilinmez açık uçlu bir bıçaktır, bilenmiştir ve bilinmezdir. Sen de bilmiyorsun bence, bilemezsin. Kimse bilemez. Ama, böyle akşamlarda bazen güzel hayaller, bazen kılıçtan keskin bir pişmanlık olarak hep düşünürüm.


Seni özledim. Çünkü anlamımı yitirdim yine, günleri akşamlara kavuşturuyorum. Yazmıyorum. Okumuyorum. Elimden geldikçe kendimi köreltiyorum. Boşluğa yazmak istemiyorum. Zaman değil, nedendir çünkü mesele. Nedensiz, nasılsız yaşıyorum.


Burada, allahın nisanının bir gününde sana yazmadan önceki halime döndüm. Sonra "nasıl yaşıyormuşum ben" diye şaşırmıştım bu iklime, bu hâlime, ama yaşıyor insan işte. Akşamlar geçiyor gidiyor. İnsanlar geçiyor gidiyor , ben geçip gidiyorum. Geçinip gidiyoruz, derler, karınca kararınca yaşamayı anlatır, bir karınca olarak geçiyorum sahiden de, hep bir kedi olmayı umarken. Kimse tanımayacak beni, çünkü yazamayacağım. Benden kırk kat ağır hikâyelerimi sessiz sedasız taşıyıp , geçip gideceğim. Karıncaları en çok çocuklar umursar, birgün bir çocuk bulacak yazdıklarımı sanıyorum.


Seni özledim. Umarım beni reddettiğine değmiştir yaşadıkların ve yaşayacakların, yoksa ikimize de yazık olacak.


Herşey gönlünce olsun. Bu akşam seni çok seviyorum.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Bir cumartesinin umudu.

Canbaz, gül ile diken arasında âli cengiz bir cesaretle dolanıyordu. Gözlerinde başka bir yarının ümidi dolanıyordu. Dili dolanıyordu, aklı dolanıyordu. Şehirler, şehirlere dolanıyordu. Şehir şehir dolaşırken, şarabın ateşiyle hoş iki başın, baş başa bir fotoğrafı aklında dolanıyordu. Bir cumartesinin umudu dilinde dolanıyordu canbazın. Canbaza dikkatle bakanlar; onun gözlerinde çözülmeyi bekleyen bir yumak gördüler. (9 Temmuz 2024, 20:30, Taksim Gezi Parkı)

On beş.

Bu bloga yazmaya, dile kolay, on beş sene önce bugün başlamışım. Demek ki bu bloga yazarak büyümüşüm. Zaten, kendi güncelerim gibi, öncelikle kendim için yazdım buraya; bu yüzden de okunup okunmadığını umursamadan, zaman zaman büyük aralıklarla da olsa, daima yazdım. Yaşadığım hikâyeler, yazdıklarımdan tuhaf olduğundan; yazdıklarım yaşadıklarıma, yaşadıklarım yazdıklarıma karıştı. Okurlarım on beş yıl boyunca daima az oldu; ama en güzeli, buraya yazdıklarım, daima bu blogun okurları oldular.  Bu bloga yazarken büyüdüm. Pek çok şey umduğum gibi olmadı, pek çok şey öğrendim. Ne yazık ki, bazen kayıplardan öğrendim. Düşe düşe yazdım, düşe kalka yaşadım; düştüğüm yerden daima kalktım. Hayır, tek başıma kalkmadım. Hep, rahmetli babamın, sevgili ailemin, değerli dostlarımın destekleriyle kalktım. Hezârfen inadıyla, daima Üsküdar’a varmayı umdum. Hep tuhaf hikâyelere düştüm. Zaten Hezârfen’in hikâyesi de Çelebi’nin düşü değil miydi? Zamanın azizliği, on beş yıl böylece geçti.

Burada

“ eski bir şarkı belki bir şiir ” İzmir’in ayazında evvelki yazgılardan ismimi sildim seni tanıdım ama hatırlayamadım senlerin içinde seni ayıramadım İzmir’de ısıtmaz güneş yanımda azalırken bir çınarın gölgesi karşımda cumartesinin eksiği karagöz oyunlarının gölgesi çelebinin rüyası hezârfenin düşüşü hacıvatın kibirli sessizliği birinci yalnızlığımdan arda kalan yeni veliahtların masaya düşen gölgesi şairlerin eski ahitleri cümle hataların güncesi benim yarınım benim dünüm yanaklarım bileytaşı temel temelsiz direklararası böyle yıkılmaz (yalnız bu şarkı kırmızıdır çabuk çarpar şimdiden şehla bakıyor gözlerin) İzmir şehrim işim resim yazmaktır Sen miydin belkahveden bir yazıyla indiğim senin yüzünden seninle gözlerin sizli tafsilatını bilmiyorum tanrım bilir taksiratımı ve sakallarımı ben hatıralara inanmıyorum barikatlara ve dağlara da amentüsü inkar olan o kadın sen miydin belma sebil miydi eski birşey maalesef aklımda hergün hakikat şarkısının eksik notası (Dün bir gün seni de gördü...