Eskimeyen bir şey var, anadoluda bir dağ mesela, kendimi orada olmadığımı bilerek aradığım her yer, bir raf bir sokak bir aynanın siyahı ve aydınlık gece. Hikâyenin bulanık aklı, akşamın hafızası. Derin bir sızı, akşamhüznü. Ayın deniz üzerindeki izi. Anadoluda bir dağ misali sancı. Bir kuyumcu ve bir terzi. Teraziye gelmez bir ağırlık. Eskiyi yazmanın zorluğu, bir bank, bir masa, bir köşe. Bir demir yığınında bir bahar, bir yüzde hızır. Yazgı yanılgısı. Düşe düşen bir damla, karında bir bıçak, anadoluda bir dağ. Yazmak ne zor, beyaz yol ne uzun, ama ben o sokakta değilim, demiri dövebilecek biri değilim. Kendimde değilim, bilmiyorum. Kendimi aradığım her sokakta bir kedi, bir kedinin yüzünde bin parça ay, her kedinin yüzünde bir ürkek kadın esintisi. Neden kaçtığımı anladım şimdi, ama artık geç oldu.
Canbaz, gül ile diken arasında âli cengiz bir cesaretle dolanıyordu. Gözlerinde başka bir yarının ümidi dolanıyordu. Dili dolanıyordu, aklı dolanıyordu. Şehirler, şehirlere dolanıyordu. Şehir şehir dolaşırken, şarabın ateşiyle hoş iki başın, baş başa bir fotoğrafı aklında dolanıyordu. Bir cumartesinin umudu dilinde dolanıyordu canbazın. Canbaza dikkatle bakanlar; onun gözlerinde çözülmeyi bekleyen bir yumak gördüler. (9 Temmuz 2024, 20:30, Taksim Gezi Parkı)
Yorumlar
Yorum Gönder