Ana içeriğe atla

Günsüz günce.

Bir: 
Her baharda bir Metin Eloğlu ve her güz bir Turgut Uyar yeşeriyor içimde. Her iki iklimi de hoyrat ve her bir duyguyu acele yaşayarak, en fenası da yaşadığım kadar aceleyle yazarak harcıyorum ömrümü.

Bir gülümsemenin ucunda yaşıyorum ve öylesine/öylece yazıyorum.

İki:
Gözlerindeki buğu olmak istiyorum, var olmak istiyorum.

Üç:
Hep varsın, her varsın, sen varsın suyun akışından beri-

Dört:
Esirgeyen bağışlayan Allah, kuşların Rabbi, sokakların tanrısı. Hayatım boyunca yanlışlar yapıp yanlışlarımı yazdım. Hatalar yapıp zamanı geri almaya çalıştım. Ziyandayım. Hüsrandayım. Dipsiz bir keder, sonsuz bir sokak içinde, yanımdan geçen insanların yarınında bir hatıra olmak üzere yüzüyorum. Sonsuz hüznümü harlıyorum.

Annem sen hiç mutlu olamayacaksın der, kâdir mevlam doğrusunu sen bilirsin, ama bence haklıdır. Nisanın son akşamıydı, ben harcadım. Bir akşam ne kadar harcanır sen bilirsin, öylece harcadım. Sen beni bildiğin gibi yap, çünkü ben bilmiyorum.

Ben kedi olmak isterdim. Küfre giriyorsa bağışlayan sensin, amma ve lâkin insan olmaktansa bir kedi kalsaydım.

Önce kurşundan hızlı yaşamaya çalışıyorum ben bu hayatı, belki de tüketmeye. Bir imalatçıyım ben oysa. Ürettiğim ise insanların düşlerinde bir kırık.

Ama ben de kırgınım Allahım. Sana değil, kimseye değil, kendime. Sonra kendimi taşınması zor bir yük olarak sürüklüyorum yarına.

Benim sözüme inanmadılar ya Rabbi, yalnızların tanrısı, mayısın ilk akşamını öyle harcadım.

Öylesine korkuyorum, ölesiye korkuyorum yine gece olmasından. Karanlık çökünce yalnızlığımı uluyacak yine sokağın iti. Sokağın iti, hep yalnız kalacaksın, diye ulur bana, iyi bilirsin ki, haklıdır. Kızmam ona. Kimseye kızmam ben, herkes haklıdır beni sevmemekte biraz, çünkü düşlerini kırarım ben insanların.

Sen beni nasıl biliyorsan öyle yap, çünkü ben bir olmazım. Bir tek kendime kızgınım.  Bir de yorgunum galiba artık, sokak uzadı uzadıya gidiyorken öylece yürümeye.

Beş:
Hiçbir şey daha yok, her birşey yok. Bir yoksunluktan başka birşey yok. Bir de boşuna geçen geceler.

Altı:
Sevdiğim kadınları güzel sevdim ben. Öyle ki onları sevmemi sevdiler. Beni sevmeseler dahi, sevgilileri olsa bile, sevdiler onları sevmemi. Zarif ve üretken sevdim ben onları çünkü. Kullandılar sevgimi, harcadıklarının ben olduğumun belki ayırdına bile varmadan.

Ben de sevdim sanırım bu sevgiyi. Kendinden harcayarak sevmeyi, yandıkça erimeyi. Her biri birbirinden farklı açmazlarda üretmeyi. Her defasında tükenmeyi. Ben de ayırdına varmadım harcadığımın nafile bir ömür olduğunun. Belki de başka türlü yaşamasını bilmediğimden. Hem iyi ki, hem de keşke diyorum. Başka türlü olamazdı, onu da biliyorum. Böylece ben oldum, yahut ben olduğumdan böyle oldu. Yazıklansam ne değişecek? Zamanı geri alabilir miyim? Bırak geçmişi, elimden gelecek bile olsa, yarını değiştirir miyim? Sanırım ve korkarım, hayır.

İnce maviyi duymadan, bir gülüşün ucunda aklımdaki binlerce kelimenin en güzellerini seçip de kağıda geçirmeye çalışmadan, günleri ve geceleri birbiri ardına geçirmenin ne manası olurdu?

Bir anlam arayışı, kürre-i arz üzerinde bir tutunma çabası. Mutsuzluğa ulaşmanın bin yolundan biri.

Yedi:
Büyük bir yıkıma girmek üzereydim, ama sanırım bu defa (daha) kendimi kurtardım. Karşılıksız her sevginin korkunç yıkıcı geri dönüşünden sonra, yeniden sevmek konusunda hâlâ bir inanca sahip miyim?

Kendimi büyük yıkımdan ne zamana kadar uzak tutabileceğim?

Sekiz:
Rüyamın aksini yaşadık akşamleyin, bir aynaya vurmuş gibi. Söylemedim.

Dokuz:
Seviyorum. Yüzünün aldığı her şekli, çocuksuluğunu, o kocaman gülümsemeni. Seni.

On:
aklım başımda durmuyor, olur olmaz sokaklara giriyorum geceleri. çıkmaz sokaklar, sonsuz sokaklar. şu sokağa girsem? o sokakta barikat var.

her sokakta buluyorum seni. her sokakta bir başına iki kişiyiz, çıkmaz sokağın sonunu ararken, sonsuz sokağın sonunu aklımızdan biliyoruz. barikatın bir önündeyiz, bir arkasındayız. bazen de ikimiz, iki tarafındayız. ikimiz de yalnızız.

On bir:
Pazar güncesi

Siz haklısınız, her biriniz, hepiniz.

On iki:
Bir varsın bir yoksun, sensen senlerin birisin. Aslının sureti, ötenin berisi, çiçeğin karası. Kaç ülkede bıraktım seni kör gözlerimin arkası.

On üç:
bir aynasın sen, bir rüyamın aksini gördüğüm.

nen olmamı istersen, ben o'yum. hem onursuzunum, hem de en onurluyum. ben buradayım. kederimiz kadar sevincimiz olacağını söylemek için, gözlerindeki ıslaklığı elimden geldiğince gidermek için.

bir kuyusun sen, gülümsediğinde kaybolduğum.

ben olmamı istersen, ben o'yum. kendimin en yalın haliyle, ruhumun tüm sokaklarıyla gözünün önündeyim. sayın bayan dursanıza gözünüze kuş kaçmış diyen Arkadaş’ınım. seni bir an olsun güldürebilmek için bildiğim tüm kelimelerle konuşan bir tavus kuşuyum.

bir ormansın sen, elimde fenerimle yarını aradığım.

kim olmamı istersen, ben o'yum. yoldan geçen bir adam ve yahut yoldaşın. arkadaşın. bir şiirin bir dizesi, bir şiir dizesinde gözlerimin izi, apaçık söylenmiş kelimelerin gizi.

bir dizesin sen okuduğum.


bir derdim var bin dermana değişmem.

On dört:
Omuzlarım düşük artık ve omuzlarımdan düşüyorum. Kendim. Kendimi.

On beş:
Elimde kutsal olmayan bir kitap ve ben sahte bir aziz, bir şiir okudum bir filmin ardından. Mesihin gelmeyeceğini bilerek bekleyen o azizlerden biriydim.

On altı:


Kör bıçakla körlemesine karanlıkta. Ne kadar kanadımsa o kadar sustum.

On yedi:

pazartesi güncesi

sonun sonsuzluğu ve günün günsüzlüğü, ne kadar yazsam o kadar eksik. yalın bir yalnızlık, yalnızca bir başınalık ve iki.

On sekiz:

bir mektuba başladım ve sonra anlamsızlığını anladım. ölümsüz olmaya çabalarken de yazıyorum, başkasında bir iz bırakmak için de yazıyorum, dünyaya bir anlam vermek için de yazıyorum. hepsi de nafile. yazarak ölümsüz olacak değilim, yazarak, eğer anlamsızsa, dünyaya bir anlam bulabilecek de değilim. hele başkasında bir iz bırakmak! ne büyük bir ahmaklık. seni istemeyen biri izini, hatıranı ne yapsın. yine de insan tuhaf mahlukât, bu bir hakikât.

On dokuz:

kimseyim ben bugün kendime. sabah gördüğüm rüyanın etkisindeyim. insanın bilinçaltının kendine yaptığını, kimse yapamaz ona. uyanana dek sonsuz mutlusun ve uyandıktan sonra kederin en derininde boğuluyorsun.

kör bir bıçak.

Yirmi:

bıçak gibi bir körlük.

körlük gibi bir karanlık.

karanlık gibi bir öğlen, bir tek bulut dahi yokken. sevilmemeyi iyi bilirim, hiç bilemedim. bileylemedim. kendime tutmadığım son sözüm, yenilgi üzerine yazmamaktı.


***

Yirmi bir:

Yirmiden yirmi bire birden bire kaç gün geçti, on beş belki.

Şimdi sadece öfke duyuyorum seni görünce ve sesini duyunca.

***

Yirmi iki:

Yaklaşık bir ay geçti yirmi birin üzerinden. Öfkemi de yitirdim. 

Sakinlerinin kedi olduğu bir şehre seni yitirmeye gittim.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Kederli bir öğleden önce.

Adamın biri bir gün evden bakkala gitmek için sabah 7:47’de çıktı. Her şey yolunda gitse, ekmeğini alıp herhalde 8:05, bilemedin 8:15’te evde olacaktı. Olmadı. Eve döndüğünde saat gece on ikiyi çoktan geçmişti. Bakkaldan eve niye böylece geç döndüğünü de konu komşudan kimse merak etmedi. Kimse farkına bile varmadı, ama yine de o gün Nitat İnibat bakkaldan evine üç dakikalık yolu on altı, on yedi saatte dönebildi. Nitat bey, sabah kalktı, çayın suyunu koydu, üstüne dem attı, rahmetli babasından öğrendiği üzere iki parmak suyla soğuk demlemesini yaptı. Neyse ki daima temkinli bir adam olduğundan, evden çıkarken her ne olursa olsun ocağın altını kapatırdı. Yine kapattı. Pijamasının üstüne ceketini giydi. Cebine üç beş kuruş para aldı, bir de kimliğini aldı. Acaba fazla mı temkinliydi, ya da eve biraz geç ve zor döneceği içine mi doğmuştu? Yoksa Nitat beyin bu hazırlığının nedeni en başından ne yapacağını biliyor olması mıydı? Nitat bey ne yaptı? Kararlı adımlarla bakkala yürüdü. Kimsenin

Bir yenilgi hikâyesi.

" Kaybedince daha çok seveceksin. " Bu babalar gününde, babamı yitirdikten sonra ilk babalar günümde; sosyal medyada babamın bir fotoğrafıyla bereber, şu satırlarla başlayan kısacık bir yazı paylaşmıştım: " Bir kimsenin değerini, aslında ancak yokluğunda anlayabiliyoruz, demişti bir misafirim geçen gün. Öyleymiş. 11 mayıstan beri her gün, saat 02:59’dan itibaren her dakika, hemşire “gelin” diye çağırdığından beri her an bunu santim santim, milim milim anladım ve yine de bunu bir yerde idrak edemiyorum herhalde. " 12 ağustos akşamı, uzunca bir aranın ardından yine tribündeydim. Aranın nedeni de babamdı zaten, onun grip bile olmaması lazımdı, biz de elimizden geldiğince dikkat etmiştik. Pek tabii, keşke babam burada olsaydı da tribünlere hiç dönemeseydim. Elden ne gelir, takdiri ilahi gerçekleşmişti işte. Babam vefat etmişti ve ben tribündeydim. Altay hikâyemin tam içinde değildi babam, ben babadan oğula taraftar değilim, babam benim çocukluğumda futbolla tamamen ilgi

sürgününü yitiren bir şairin ardından.

ey en eski kuytulara saklanan çocuk sevgilerinin aleniliği, en derin kuyuların karıncalanan karanlığı, ses uyumları, bıçaklar ve bütün balkonlar; bir şairin arkasından ne kalır? ey en büyük adamların ayakkabıları, koca binaların camekanları, en derin korkulardan fışkıran öfke, kulak aşinalığı, kılıçlar ve bütün kadınlar; bir şairin arkasından kim kalır? kendi makus talihini makaslarla kesen terzilerdir şairler ve hep büyük konuşur, her zaman büyük ölürler. *