Ana içeriğe atla

Gündüz düşü.

Burada, şu masanın üzerinde bir bardak var. Var mı? ben yazdıktan sonra var ve içine de adını bilmediğim birkaç tane çiçek yazıyorum. Bardak da var, çiçek de var, şimdi orada, masada.

Çiçeklerin rengini yazmıyorum. Adsız ve rengi belirsiz bu çiçekler çok güzel kokuyorlar. Bir yokluğu var eder gibi güzel kokuyorlar. Yaşam hakkında bilmedikleri bir sır varmış gibi ve onu bilmediklerini biliyorlar kadar.

O kadarla kalır mı? Bu masaya bir hayalperest oturuyor, sandalyesine yerleşiyor güzelce. Çantasından hayallerini çıkarıyor ve koyuyor masaya. Bazıları gerçekleşmeyecek bunu da biliyor üstelik, yine de muzipçe gülümsüyor, çiçeğin rengini içine çekiyor ve kokusunu izliyor uzunca. Çiçeğin kokusunun mavi olduğuna karar veriyor ve rengini hiç umursamıyor.

Masadan kalkıyor. Hayallerini toplamıyor bile, öylece gidiyor. Serüvenin sürdüğünü biliyor.

Yarının üzerine yürüyor.


***
dipnot: bu kısacık yazı, aslında bir vakit geçirme oyunu. dün yüksek lisans dersimi beklerken, kantinde kendimi eğlemek için bir arkadaşıma "bana üç beş kelime yazar mısın" diye yazdım ve  sanırım ortalamasını alıp, dört kelime yazdı. "hayalperest, bardak, çiçek, çizim." yaklaşık yirmi dakika sonra bunu yazıp, kendisine yolladım.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Bir cumartesinin umudu.

Canbaz, gül ile diken arasında âli cengiz bir cesaretle dolanıyordu. Gözlerinde başka bir yarının ümidi dolanıyordu. Dili dolanıyordu, aklı dolanıyordu. Şehirler, şehirlere dolanıyordu. Şehir şehir dolaşırken, şarabın ateşiyle hoş iki başın, baş başa bir fotoğrafı aklında dolanıyordu. Bir cumartesinin umudu dilinde dolanıyordu canbazın. Canbaza dikkatle bakanlar; onun gözlerinde çözülmeyi bekleyen bir yumak gördüler. (9 Temmuz 2024, 20:30, Taksim Gezi Parkı)

10 Mayıs 2024

Bugün, Ramada Kemalpaşa Otelinde, İzmir Büyükşehir Belediyesi başkanı sayın Dr. Cemil Tugay ve Kemalpaşa  Belediyesi başkanı sayın Mehmet Türkmen beyefendiler ile Kemalpaşa sanayisi ve yapılabilecekler üzerine bir toplantıdaydık. Cemil başkan konuşurken, bir anda iki yıl önce o anlarda babamı son defa gördüğümü hatırladım. Sonra, 11 Mayıs 2022 günü saat 02:59'da çaldı telefonum; babam hasta değildi artık, ben de çocuk değildim. Hemen ertesi günü, işyerine uğramak zorunda kaldım. Babamın kredi kartı ödemesi vardı; o olmasa da, kart ödemesi vardı ve ödemek için de buraya gelmeliydim. Buraya yazıyorum, çünkü bu satırları da yine işyerindeki odamda yazıyorum. Kapıdan ilk içeri girdiğimde, her şey çok büyük gözüktü bir anda gözüme. Sanki yeniden altı yaşımda fabrikaya gelmişim gibi, küçülmüştüm. O yalnızlığı öylece duydum, o anda anladım. Yine de "büyümem" lazımdı, hem de bir gün öncesinden, 10 mayıs 2022'den çok daha fazla büyümem lazımdı; çünkü artık "Yılmaz beyin o...

On beş.

Bu bloga yazmaya, dile kolay, on beş sene önce bugün başlamışım. Demek ki bu bloga yazarak büyümüşüm. Zaten, kendi güncelerim gibi, öncelikle kendim için yazdım buraya; bu yüzden de okunup okunmadığını umursamadan, zaman zaman büyük aralıklarla da olsa, daima yazdım. Yaşadığım hikâyeler, yazdıklarımdan tuhaf olduğundan; yazdıklarım yaşadıklarıma, yaşadıklarım yazdıklarıma karıştı. Okurlarım on beş yıl boyunca daima az oldu; ama en güzeli, buraya yazdıklarım, daima bu blogun okurları oldular.  Bu bloga yazarken büyüdüm. Pek çok şey umduğum gibi olmadı, pek çok şey öğrendim. Ne yazık ki, bazen kayıplardan öğrendim. Düşe düşe yazdım, düşe kalka yaşadım; düştüğüm yerden daima kalktım. Hayır, tek başıma kalkmadım. Hep, rahmetli babamın, sevgili ailemin, değerli dostlarımın destekleriyle kalktım. Hezârfen inadıyla, daima Üsküdar’a varmayı umdum. Hep tuhaf hikâyelere düştüm. Zaten Hezârfen’in hikâyesi de Çelebi’nin düşü değil miydi? Zamanın azizliği, on beş yıl böylece geçti.