Ana içeriğe atla

on nisan '19

bugün de buradayım. şimdi buradayım. nerede olduğumu kendime soruyorum bazen, sormadığım zaman kendimi yitiriyorum. aklım da burada. aklın aydınlık yangını olarak, şimdi ben burada bunu yazıyorum.

sabah, sohrab'ın bir şiirini gördüm, ansızın çıktı karşıma, kendimi tutmasam ağlayacaktım. tuttum mu bilmiyorum. pek az şey biliyorum şimdi. evet "şimdi buradayım", çünkü kendimi bulmalıyım.

sonra bir şiir kitabı aldım ve ilk sayfasına karaladım:

"Dün güncelerimi okutmuştum, bugün çıplaktım. Aklımı soyunup atmaya hazırdım ve korkuyordum.

Hemen her şeyi hem istiyordum, hem de korkuyordum galiba."

dün de buradaydım, ama şimdi bugünü yazıyorum. bugün keder elimi kesiyor sanırım, bugün zaman aklımı kesiyor sanıyorum, ben bugün korkuyorum.

bilemek zordur yarını bugünden ve bu yüzden dünün bıçakları üzerine yazıyorum.

"şiire eriyorum yüzünün mavi aydınlığında"- yazmıştım bir başka şiir kitabının arkasına, hiç yayınlanmamış bir şiirden bir dizeymiş gibi- hiç bir şiirim yayınlamadı zaten benim- ben şiir de yazmam (yazmam deyince yalancı bir kibir gibi kaldı orada, yazamam)

belki de buradayım. fenerim elimde kendimi arıyorum. karanlığın şavkı aklımın duvarlarını yalıyor ve başka da bir şarkısı yoktur kendi hapishanemin.


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Bir cumartesinin umudu.

Canbaz, gül ile diken arasında âli cengiz bir cesaretle dolanıyordu. Gözlerinde başka bir yarının ümidi dolanıyordu. Dili dolanıyordu, aklı dolanıyordu. Şehirler, şehirlere dolanıyordu. Şehir şehir dolaşırken, şarabın ateşiyle hoş iki başın, baş başa bir fotoğrafı aklında dolanıyordu. Bir cumartesinin umudu dilinde dolanıyordu canbazın. Canbaza dikkatle bakanlar; onun gözlerinde çözülmeyi bekleyen bir yumak gördüler. (9 Temmuz 2024, 20:30, Taksim Gezi Parkı)

10 Mayıs 2024

Bugün, Ramada Kemalpaşa Otelinde, İzmir Büyükşehir Belediyesi başkanı sayın Dr. Cemil Tugay ve Kemalpaşa  Belediyesi başkanı sayın Mehmet Türkmen beyefendiler ile Kemalpaşa sanayisi ve yapılabilecekler üzerine bir toplantıdaydık. Cemil başkan konuşurken, bir anda iki yıl önce o anlarda babamı son defa gördüğümü hatırladım. Sonra, 11 Mayıs 2022 günü saat 02:59'da çaldı telefonum; babam hasta değildi artık, ben de çocuk değildim. Hemen ertesi günü, işyerine uğramak zorunda kaldım. Babamın kredi kartı ödemesi vardı; o olmasa da, kart ödemesi vardı ve ödemek için de buraya gelmeliydim. Buraya yazıyorum, çünkü bu satırları da yine işyerindeki odamda yazıyorum. Kapıdan ilk içeri girdiğimde, her şey çok büyük gözüktü bir anda gözüme. Sanki yeniden altı yaşımda fabrikaya gelmişim gibi, küçülmüştüm. O yalnızlığı öylece duydum, o anda anladım. Yine de "büyümem" lazımdı, hem de bir gün öncesinden, 10 mayıs 2022'den çok daha fazla büyümem lazımdı; çünkü artık "Yılmaz beyin o...

On beş.

Bu bloga yazmaya, dile kolay, on beş sene önce bugün başlamışım. Demek ki bu bloga yazarak büyümüşüm. Zaten, kendi güncelerim gibi, öncelikle kendim için yazdım buraya; bu yüzden de okunup okunmadığını umursamadan, zaman zaman büyük aralıklarla da olsa, daima yazdım. Yaşadığım hikâyeler, yazdıklarımdan tuhaf olduğundan; yazdıklarım yaşadıklarıma, yaşadıklarım yazdıklarıma karıştı. Okurlarım on beş yıl boyunca daima az oldu; ama en güzeli, buraya yazdıklarım, daima bu blogun okurları oldular.  Bu bloga yazarken büyüdüm. Pek çok şey umduğum gibi olmadı, pek çok şey öğrendim. Ne yazık ki, bazen kayıplardan öğrendim. Düşe düşe yazdım, düşe kalka yaşadım; düştüğüm yerden daima kalktım. Hayır, tek başıma kalkmadım. Hep, rahmetli babamın, sevgili ailemin, değerli dostlarımın destekleriyle kalktım. Hezârfen inadıyla, daima Üsküdar’a varmayı umdum. Hep tuhaf hikâyelere düştüm. Zaten Hezârfen’in hikâyesi de Çelebi’nin düşü değil miydi? Zamanın azizliği, on beş yıl böylece geçti.