Ana içeriğe atla

10022020

Elimde bir kedi karanın çizikleri ile birlikte artık yazmıyorum, kedileri ve beni sevmeyen bir kadına. Kadın da bana yazmıyor, oysa gül açıyordu yazısı, bebek diye yazarken ona. Çiçek açıyordu sesi eğer keyfi yerindeyse, günlerdir duymuyorum, oysa sadece bir davetini öteledim. Pişman değilim, ben elimde ve göğsümde kedi kesikleriyle bir çocuk değilim artık. Kesinlikle sevgisizliğinin peşinde koşacak değilim. Mesihini arayan o acemi çocuk aceleciğimle beraber, bir genç kızın elinde öldüm ve güçlendim. Bir kadından ne istediğimi biliyorum artık ve işteş olmayacak bir cinayete gelmeyeceğim. Düşmeyeceğim. Kuyuya, karanlık ve koyu o kuyuya düşmeyeceğim bir başıma, yalnızca. Midas’ın kulakları bir yana dursun, Sisifos’un kulakları çınlasın; kayadan da kuyudan da vazgeçiyorum.

Kara kedinin yazısını taşıyorum elimde ve yazmıyorum. Dünkü çocuk değilim bugün, bir sevgisizlikten menât koyamam evimin bir köşesine. Geceleri on birde, sevgisiz bir rutinle oyulmuş alelade heykellerini istemiyorum.  Nasıralının yeniden gelişini bile beklemezken, davetlerimi dahi unutan bir mesihle oyalanamam. O kadını istiyorum, evet, ama istenmediğim yerde durmasını da sevmem. Kuyuyu tanıyorum, kuyuya bakıyorum ve hakikatı bağırmak dahi gelmiyor içimden bu defa. Midas'ın kulakları karşısında boynum kıldan ince ve sisyphean bir yazıyı burada bitiriyorum.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Kederli bir öğleden önce.

Adamın biri bir gün evden bakkala gitmek için sabah 7:47’de çıktı. Her şey yolunda gitse, ekmeğini alıp herhalde 8:05, bilemedin 8:15’te evde olacaktı. Olmadı. Eve döndüğünde saat gece on ikiyi çoktan geçmişti. Bakkaldan eve niye böylece geç döndüğünü de konu komşudan kimse merak etmedi. Kimse farkına bile varmadı, ama yine de o gün Nitat İnibat bakkaldan evine üç dakikalık yolu on altı, on yedi saatte dönebildi. Nitat bey, sabah kalktı, çayın suyunu koydu, üstüne dem attı, rahmetli babasından öğrendiği üzere iki parmak suyla soğuk demlemesini yaptı. Neyse ki daima temkinli bir adam olduğundan, evden çıkarken her ne olursa olsun ocağın altını kapatırdı. Yine kapattı. Pijamasının üstüne ceketini giydi. Cebine üç beş kuruş para aldı, bir de kimliğini aldı. Acaba fazla mı temkinliydi, ya da eve biraz geç ve zor döneceği içine mi doğmuştu? Yoksa Nitat beyin bu hazırlığının nedeni en başından ne yapacağını biliyor olması mıydı? Nitat bey ne yaptı? Kararlı adımlarla bakkala yürüdü. Kimsenin

Bir yenilgi hikâyesi.

" Kaybedince daha çok seveceksin. " Bu babalar gününde, babamı yitirdikten sonra ilk babalar günümde; sosyal medyada babamın bir fotoğrafıyla bereber, şu satırlarla başlayan kısacık bir yazı paylaşmıştım: " Bir kimsenin değerini, aslında ancak yokluğunda anlayabiliyoruz, demişti bir misafirim geçen gün. Öyleymiş. 11 mayıstan beri her gün, saat 02:59’dan itibaren her dakika, hemşire “gelin” diye çağırdığından beri her an bunu santim santim, milim milim anladım ve yine de bunu bir yerde idrak edemiyorum herhalde. " 12 ağustos akşamı, uzunca bir aranın ardından yine tribündeydim. Aranın nedeni de babamdı zaten, onun grip bile olmaması lazımdı, biz de elimizden geldiğince dikkat etmiştik. Pek tabii, keşke babam burada olsaydı da tribünlere hiç dönemeseydim. Elden ne gelir, takdiri ilahi gerçekleşmişti işte. Babam vefat etmişti ve ben tribündeydim. Altay hikâyemin tam içinde değildi babam, ben babadan oğula taraftar değilim, babam benim çocukluğumda futbolla tamamen ilgi

sürgününü yitiren bir şairin ardından.

ey en eski kuytulara saklanan çocuk sevgilerinin aleniliği, en derin kuyuların karıncalanan karanlığı, ses uyumları, bıçaklar ve bütün balkonlar; bir şairin arkasından ne kalır? ey en büyük adamların ayakkabıları, koca binaların camekanları, en derin korkulardan fışkıran öfke, kulak aşinalığı, kılıçlar ve bütün kadınlar; bir şairin arkasından kim kalır? kendi makus talihini makaslarla kesen terzilerdir şairler ve hep büyük konuşur, her zaman büyük ölürler. *