Ana içeriğe atla

10022020

Elimde bir kedi karanın çizikleri ile birlikte artık yazmıyorum, kedileri ve beni sevmeyen bir kadına. Kadın da bana yazmıyor, oysa gül açıyordu yazısı, bebek diye yazarken ona. Çiçek açıyordu sesi eğer keyfi yerindeyse, günlerdir duymuyorum, oysa sadece bir davetini öteledim. Pişman değilim, ben elimde ve göğsümde kedi kesikleriyle bir çocuk değilim artık. Kesinlikle sevgisizliğinin peşinde koşacak değilim. Mesihini arayan o acemi çocuk aceleciğimle beraber, bir genç kızın elinde öldüm ve güçlendim. Bir kadından ne istediğimi biliyorum artık ve işteş olmayacak bir cinayete gelmeyeceğim. Düşmeyeceğim. Kuyuya, karanlık ve koyu o kuyuya düşmeyeceğim bir başıma, yalnızca. Midas’ın kulakları bir yana dursun, Sisifos’un kulakları çınlasın; kayadan da kuyudan da vazgeçiyorum.

Kara kedinin yazısını taşıyorum elimde ve yazmıyorum. Dünkü çocuk değilim bugün, bir sevgisizlikten menât koyamam evimin bir köşesine. Geceleri on birde, sevgisiz bir rutinle oyulmuş alelade heykellerini istemiyorum.  Nasıralının yeniden gelişini bile beklemezken, davetlerimi dahi unutan bir mesihle oyalanamam. O kadını istiyorum, evet, ama istenmediğim yerde durmasını da sevmem. Kuyuyu tanıyorum, kuyuya bakıyorum ve hakikatı bağırmak dahi gelmiyor içimden bu defa. Midas'ın kulakları karşısında boynum kıldan ince ve sisyphean bir yazıyı burada bitiriyorum.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Bir cumartesinin umudu.

Canbaz, gül ile diken arasında âli cengiz bir cesaretle dolanıyordu. Gözlerinde başka bir yarının ümidi dolanıyordu. Dili dolanıyordu, aklı dolanıyordu. Şehirler, şehirlere dolanıyordu. Şehir şehir dolaşırken, şarabın ateşiyle hoş iki başın, baş başa bir fotoğrafı aklında dolanıyordu. Bir cumartesinin umudu dilinde dolanıyordu canbazın. Canbaza dikkatle bakanlar; onun gözlerinde çözülmeyi bekleyen bir yumak gördüler. (9 Temmuz 2024, 20:30, Taksim Gezi Parkı)

10 Mayıs 2024

Bugün, Ramada Kemalpaşa Otelinde, İzmir Büyükşehir Belediyesi başkanı sayın Dr. Cemil Tugay ve Kemalpaşa  Belediyesi başkanı sayın Mehmet Türkmen beyefendiler ile Kemalpaşa sanayisi ve yapılabilecekler üzerine bir toplantıdaydık. Cemil başkan konuşurken, bir anda iki yıl önce o anlarda babamı son defa gördüğümü hatırladım. Sonra, 11 Mayıs 2022 günü saat 02:59'da çaldı telefonum; babam hasta değildi artık, ben de çocuk değildim. Hemen ertesi günü, işyerine uğramak zorunda kaldım. Babamın kredi kartı ödemesi vardı; o olmasa da, kart ödemesi vardı ve ödemek için de buraya gelmeliydim. Buraya yazıyorum, çünkü bu satırları da yine işyerindeki odamda yazıyorum. Kapıdan ilk içeri girdiğimde, her şey çok büyük gözüktü bir anda gözüme. Sanki yeniden altı yaşımda fabrikaya gelmişim gibi, küçülmüştüm. O yalnızlığı öylece duydum, o anda anladım. Yine de "büyümem" lazımdı, hem de bir gün öncesinden, 10 mayıs 2022'den çok daha fazla büyümem lazımdı; çünkü artık "Yılmaz beyin o...

On beş.

Bu bloga yazmaya, dile kolay, on beş sene önce bugün başlamışım. Demek ki bu bloga yazarak büyümüşüm. Zaten, kendi güncelerim gibi, öncelikle kendim için yazdım buraya; bu yüzden de okunup okunmadığını umursamadan, zaman zaman büyük aralıklarla da olsa, daima yazdım. Yaşadığım hikâyeler, yazdıklarımdan tuhaf olduğundan; yazdıklarım yaşadıklarıma, yaşadıklarım yazdıklarıma karıştı. Okurlarım on beş yıl boyunca daima az oldu; ama en güzeli, buraya yazdıklarım, daima bu blogun okurları oldular.  Bu bloga yazarken büyüdüm. Pek çok şey umduğum gibi olmadı, pek çok şey öğrendim. Ne yazık ki, bazen kayıplardan öğrendim. Düşe düşe yazdım, düşe kalka yaşadım; düştüğüm yerden daima kalktım. Hayır, tek başıma kalkmadım. Hep, rahmetli babamın, sevgili ailemin, değerli dostlarımın destekleriyle kalktım. Hezârfen inadıyla, daima Üsküdar’a varmayı umdum. Hep tuhaf hikâyelere düştüm. Zaten Hezârfen’in hikâyesi de Çelebi’nin düşü değil miydi? Zamanın azizliği, on beş yıl böylece geçti.