Bu blogda, 30 ekim 2020 Ege denizi depremi sonrasında da acı ve öfkeyle karalamıştım. (114) "Otuzu cuma da, bir pazartesi kadar kırmızıydı oysa" diye yazmıştım Marquez'in "Kırmızı Pazartesi" romanına atıfla. Yazının adı 114 kalsa da, Bayraklı'ya 70 kusur kilometre uzaklıkta bir depremde İzmir'de 117 kişi vefat etti. Ne yazık ki, pek çoğu da Bayraklı'da hayatını kaybetti. Kader miydi? Hâşâ. Allahın Bayraklı'yla bir alıp veremediği mi vardı? Hâşâ! Sorun neydi?
"Yapılan ön incelemede bölgenin büyük bir kısmının jeolojik etütlerinin bulunmadığı, kalan kısmının da yapılaşma sonrası jeolojik etütlerinin yapılmış olduğu görülmüştür. Dolayısıyla bölgedeki planlama ve projelendirme süreçlerinde yer bilimsel analizlerin eksikliği söz konusudur. Dokuz Eylül Üniversitesi, Deprem Araştırma ve Uygulama Merkezi tarafından bölgede yıkılan 17 binada yapılan incelemede, seçilen yapıların ortak özelliğinin zemin etütlerinin olmaması olduğu görülmüştür (İzGazete, 2021). Ayrıca yıkılan ve hasarlı binalarda yapı ölçeğinde kusurlar olduğu görülmektedir." (Kaynak)
Ne oldu? Hiçbir şey! Çünkü iktidar ve muhalefet beraberce suçluydu, birlikte göz yummuşlardı. Biraz edebiyat paraladılar, herhalde sorumluluğu olan bir kaç kişiyi de tutukladılar. Türkiye'nin insanın aklını çiğneyen gündem çarklarının arasında, vefat sayısının da nispeten az olmasıyla, unutuldu gitti. Hesap vermediler.
3 kasım 2020'de, İzmir depreminden sonra, Kahramanmaraş'ta Şeyma aşağıdaki tweeti atmış.
Ne oldu? Bir pazartesi, geçtiğimiz pazartesi, Türkiye cumhuriyeti tarihinin en büyük acısına uyandık. Uzmanların yıllardır uyardığı Kahramanmaraş depremi, şehrin ortasında, hiçbir şans faktörüne yer bırakmayacak şekilde gerçekleşti. Tetiklenen depremin de, aynı gün içinde olmasıyla beraber, bütün rant planlarımızın, seçim hesaplarımızın, gündelik çıkarlarımızın enkaza dönüşmesini izledik.
O tweeti atan Şeyma'nın da bu depremde vefat ettiğini öğrendim Twitter'da; zaten bu tweet de bu yüzden, çaresiz bir acı ve öfkeyle oldukça paylaşıldı.
Aradan sadece iki yıl geçmişken, ben dün sosyal medyada aşağıdaki satırları yazmak zorunda kaldım.
"Halkına hesap vermesi gerekenler, halka racon kesiyor. Hayır, siz “devlet” değil “hükümet”siniz, siyasetçisiniz; ancak halkın verdiği yetkiyle devleti (olduğu kadar) yönetiyorsunuz.
Birkaç yıl sonra yine bu yazıları yine yazmayı, ya da benim arkamdan birilerinin yazmasını istemiyorum artık. Haklı öfkemizi bu defa diri tutabilmemiz ve Şeyma'yla beraber on binlerce vefat eden kişinin hakkını aramamız, ihmali olan herkesten sormamız gerekiyor.
Yorumlar
Yorum Gönder