Ana içeriğe atla

Yolda


yola bir düşüldü mü ömür boyunca gidilir

1

yanlış kitaplar doğru sokaklarda

dilimde her dilde dil bilmediğim

yanılgısı doğru bir dünden yorgun

elimde bir düğümden kalma korkum

elimde değil bu kitaplar yanlış yollarda

geziyor aklım buz üzerinde bir gözlük

kim bilir bildiğimi her dilde yenilgiyi

elimde kuleden düşme korkum

yanlış öptüm doğru sarıldım

yokluğu yokluklara karıştırdım

her gözlüklüyü hamdi sanırdım

elimde korkum sadece korkum

2

bir bakışın yanlış anlamıydım

bir bakış yanılışı

bir gül yanılgısı

bir nakışta atlanmış

ben bir bakışın yanlış anlamıydım

ben yanlış bir bakışın doğrusuyum

doğrusu

bir adam duyuyorum aynanın taksirinde

bir çocuk büyüyor musanın teknesinde

artık babam radyoyu kulaklarımda dinliyor

parçalanıyor hem toplanıyor bir

çocuğun sokağına çıkıyor merdiven

çelişkilerimde bir çocuk gülümsemesi

gözlüğüm şairlerden kravatım babamdan kalma

bir çocuk değilim adı hayri

ne de değilim gözlüklü hamdi

yazdığım yalan mıdır nedir

ben kendi elemini taşımaya tatyos

sokağının yorgun yanan lambası sarı

bir kedinin nefesi

buğusuyum ters fırtınaların

yanlışım evvelinden yazılmış

tanrının alametifarikası

eski yazgımı söküyorum yumaktan haylazca


ve yanılışım her defasında

her defasında daha da



Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Bir cumartesinin umudu.

Canbaz, gül ile diken arasında âli cengiz bir cesaretle dolanıyordu. Gözlerinde başka bir yarının ümidi dolanıyordu. Dili dolanıyordu, aklı dolanıyordu. Şehirler, şehirlere dolanıyordu. Şehir şehir dolaşırken, şarabın ateşiyle hoş iki başın, baş başa bir fotoğrafı aklında dolanıyordu. Bir cumartesinin umudu dilinde dolanıyordu canbazın. Canbaza dikkatle bakanlar; onun gözlerinde çözülmeyi bekleyen bir yumak gördüler. (9 Temmuz 2024, 20:30, Taksim Gezi Parkı)

On beş.

Bu bloga yazmaya, dile kolay, on beş sene önce bugün başlamışım. Demek ki bu bloga yazarak büyümüşüm. Zaten, kendi güncelerim gibi, öncelikle kendim için yazdım buraya; bu yüzden de okunup okunmadığını umursamadan, zaman zaman büyük aralıklarla da olsa, daima yazdım. Yaşadığım hikâyeler, yazdıklarımdan tuhaf olduğundan; yazdıklarım yaşadıklarıma, yaşadıklarım yazdıklarıma karıştı. Okurlarım on beş yıl boyunca daima az oldu; ama en güzeli, buraya yazdıklarım, daima bu blogun okurları oldular.  Bu bloga yazarken büyüdüm. Pek çok şey umduğum gibi olmadı, pek çok şey öğrendim. Ne yazık ki, bazen kayıplardan öğrendim. Düşe düşe yazdım, düşe kalka yaşadım; düştüğüm yerden daima kalktım. Hayır, tek başıma kalkmadım. Hep, rahmetli babamın, sevgili ailemin, değerli dostlarımın destekleriyle kalktım. Hezârfen inadıyla, daima Üsküdar’a varmayı umdum. Hep tuhaf hikâyelere düştüm. Zaten Hezârfen’in hikâyesi de Çelebi’nin düşü değil miydi? Zamanın azizliği, on beş yıl böylece geçti.

Burada

“ eski bir şarkı belki bir şiir ” İzmir’in ayazında evvelki yazgılardan ismimi sildim seni tanıdım ama hatırlayamadım senlerin içinde seni ayıramadım İzmir’de ısıtmaz güneş yanımda azalırken bir çınarın gölgesi karşımda cumartesinin eksiği karagöz oyunlarının gölgesi çelebinin rüyası hezârfenin düşüşü hacıvatın kibirli sessizliği birinci yalnızlığımdan arda kalan yeni veliahtların masaya düşen gölgesi şairlerin eski ahitleri cümle hataların güncesi benim yarınım benim dünüm yanaklarım bileytaşı temel temelsiz direklararası böyle yıkılmaz (yalnız bu şarkı kırmızıdır çabuk çarpar şimdiden şehla bakıyor gözlerin) İzmir şehrim işim resim yazmaktır Sen miydin belkahveden bir yazıyla indiğim senin yüzünden seninle gözlerin sizli tafsilatını bilmiyorum tanrım bilir taksiratımı ve sakallarımı ben hatıralara inanmıyorum barikatlara ve dağlara da amentüsü inkar olan o kadın sen miydin belma sebil miydi eski birşey maalesef aklımda hergün hakikat şarkısının eksik notası (Dün bir gün seni de gördü...